Eyl
11
2021
0

Bir Anda Gelişen, X-Max 250 ile Karadeniz Turu

Bir anda mı? Hayır aslında bir anda değil. Birkaç gün daha iznim kaldığı için yine kaşınıyordum. Karadeniz tarafına da gitmekten vazgeçmiştim aslında. Köye(Ordu’ya) gidip birkaç gün çalışsam, birkaç gün de gezsem diye düşündüm. Araştırmalarım sonucu baktım ki köyde çalışmak mümkün değil çünkü internet çekmiyor. Köyde çalışmaktan vazgeçtim ama bir kere girmişti içime yola çıkmak. Gözümü kararttım ve detaylı bir plan ve hazırlık yapmadan yola çıktım.

Yola çıktım çıkmasına ama nerede kalacağım? Nerelerde duracağım? Nereye kadar gideceğim? Bunların hepsi meçhul. Cumartesi sabah 04:00 civarı evden çıktım. Karadenize gideceğim için çadırda kalmak işime gelmiyordu, bu nedenle çadır ve ekipmanlarını almadım. Belki fotoğraf çekerim diye ekstradan sadece bir tripod aldım. Ondan hariç standart olarak kıyafet ve hava soğuk olur diye yağmurluk, mont vb. aldım.

Evden çıkarken yaptığım ve uymak zorunda hissettiğim plan ise şuydu;

  • Nereye kadar gittiğimin bir önemi yok.
  • Yoruldukça hem kendimi hem motosikletimi dinlendirmeliyim.

Evden çıktıktan sonra doğrudan benzinliğe gidip depomu doldurdum ve lastik basınçlarımı kontrol ettim. Havanın soğuk olduğunu hissetttiğim için yazlık ceketin içine bir de ara katman giydim -ki bolu dolaylarında o bile yetersiz kalmıştı 🙂 Birçok defa dinlene dinlene akşam üzeri saat 03:30 civarı Samsun’a varmıştım bile. Yolculuk esnasında ara ara uykum geldi ama dalgınlık yaratacak kadar değildi. Zaten öyle olması halinde durup konaklayacaktım. Samsun’a yaklaşırken otel sitelerinde en ucuz olanını (Hotel Necmi) arayıp kendim için bir yer ayırttım.

Samsun’daki amacım bir gece konaklamak ve yoluma devam etmekti. Bulduğum hotel 1954 yılında açılmış, retro havasını sonuna kadar hissettiren bir hoteldi. Hotelin sahibi telefonda da zaten çok bir beklentim olmaması gerektiğini hissettiren dürüst bir abimizdi 🙂 Benim içinde yatacak “klimalı” bir oda ve duş olması zaten yeterliydi.

Samsun’da hotele vardığım gibi eşyalarımı odaya çıkarıp birkaç saat uyudum. Uyandıktan sonra ise doğrudan Atakum tarafına geçtim ve arkadaş tavsiyesi ile bir restoran’a gidip yemek yedim, biraz da sahilde takıldım. Akşam saat ilerlediğinde ise otelin yakınlarında biraz dolaştım, çiftlik caddesi’nde yürüdüm vb. ve tekrardan dinlenmek üzere hotele döndüm.

Sabah kalkıp eşyalarımı toplayıp motoruma yükledim, hotel yakınında benzinimi aldım ve birşeyler atıştırıp yola çıktım. Bu sefer arada benim için ciddi bir mesafe olmadığı için Trabzon’a gitmeye karar verdim. Yolda mola vere vere, dinlene dinlene yoluma devam ettim. Trabzon il sınırına girdikten sonra, benzinlikte dinlenirken yine hotel sitelerinden bulduğum en uygun hotel ile (Bordo Hotel) pazarlık edip oraya yöneldim. Saat 13 civarı hotel’e varıp eşyalarımı bıraktım ve arkadaşım Batuhan ile buluşmak üzere Maçka’ya geçtim. Biraz bekledikten sonra Batuhan geldi, birşeyler yedikten sonra Batuhanların köyüne gidip babaannesini aldık, oradan da yaylalarına doğru devam ettik.

Güzel bir yayla havası alıp, günbatımını seyredip, güzel de bir çaydan sonra Trabzon merkezine inip sahilde takıldık. Ardından gece yarısına doğru dinlenmek üzere hotelime döndüm.

Karadeniz bölgesine yavaş yavaş yağış geliyordu. Aslında Rize’ye doğru devam etmek istiyordum ama orada yaşayan arkadaşlarıma sorduğumda şiddetli yağış ve sel riski olduğu için vazgeçtim. Trabzon’daki ikinci günümde Uzungöl’e sürmeye karar verdim. Karadeniz sahil yolu boyunca bulutlu ve karanlık bir havada Of’a kadar devam ettim. Oradan içeri girip Çaykara yönüne devam ettim. Rakım gittikçe yükseliyor ancak şansıma hava, beklentimin aksine açıyor ve sıcaklıyordu. Çaykara’da biraz dinlendikten sonra Uzungöl’e doğru devam ettim. Yol kenarından akan derenin sesiyle yukarı doğru tırmanıyordum. Karadeniz bölgemizin insanlarındaki tezcanlılık araç sürüş stillerine de yansıyor, arkadan sıkıştırıp duruyorlardı. Pek umursamadan, insanlara yol vererek keyfini çıkarmaya baktım.

Uzungöl tabii ki turistik bir yere dönüşmüş, daha çok Araplara yönelik bir hale gelmiş gibi görünüyordu. Gölün etrafı tıpkı fotoğraflarda göründüğü gibi betonlaşmıştı ancak yine de yukarılara bakıldığındaki manzara çok güzeldi. Tek başıma olduğum için pek birşey yapmak istemedim. Etrafta biraz dolaşıp birkaç fotoğraf çekip biraz yükseklere çıkmak istedim ancak motosikletim nihayetinde bir scooter olduğu için arazi şartlarına elverişli değildi. Motosikletimin bakımını da yapmam gerektiğinden yukarıda da biraz durup tekrardan Trabzon merkezine dönmeye karar verdim.

Motosikletim ile uzun yol yaptığım için yağ bakımını yaptırmaya karar verdim. İnternette yaptığım araştırmalar sonucu Moto Garaj (İlhan Öksüz) ile sözleşip dükkanına gittim. Motorumun yağ bakımı yapıldı, şanzıman yağı ve hava filtresi değişti. Usta işinde tecrübeli ve yardımsever bir ustaydı. Sonradan öğrendiğim kadarıyla Karadeniz’e tur yapmaya gelen motorcuların uğrak noktası olduğunu öğrendim. Zaten ben oradayken gelen Africa Twin ve Bmw GS’lerden bunu anlamıştım 🙂

Motorumun bakımları tamamlandıktan sonra tekrar arkadaşım Batuhan ile buluştuk ve tabii ki de buraya kadar gelmişken güzel bir pide yemek istedim. Pide için merkezde bulunan Pekünlü Merkez Pide’ye gittik. Ben tabi hemen atlayıp büyük boy isteyecekken, arkadaşımın uyarısı ile orta boya düşürdüm. Orta boy bile İstanbul’daki pidelerin bir buçuk katı kadardı 🙂 Gayet güzel bir pide ve tatlı ziyafetinden sonra Trabzon’da Ayasofya Camii’ni ziyaret ettik. Oradan Atatürk evi ve Boztepe’de güzel bir çay ile günü bitirdik. Bir akşam yemeğinden sonra ertesi gün yola çıkacağım için hotelime geçip dinlendim.

Turumun dördüncü gününde aslında içimden Rize’ye devam etmek geliyordu ancak Karadeniz’in sahil bölgelerine yaklaşan yağış nedeniyle bu planımı sonraki bir zamana erteledim 🙂 Tur için ayırdığım süreden de dolayı Ordu’ya geçmeye karar verdim. Ordu-Korgan’da köyde olan arkadaşım Muhammet’i ziyaret edecek ve biraz da oraları gezecektim.

Sabah erkenden kalkıp toparlandım. Trabzon’dan çıkmadan bir çorba içip yoluma devam ettim. Yine dinlene dinlene yoluma devam ediyordum. Görele civarında başlayan yağmur biraz korkutsa da pek uzun sürmedi. Benzinlikte dinlenirken gelen bir ticari araçtan inenler, motorun iyi gittiğini, yetişmeye çalıştıklarını ancak yetişemediklerini söylediler 🙂 Halbuki altı üstü bir scooter sürdüğüm ve aslında çok yüksek süratlere çıkmadığım için biraz şaşırmıştım. Biraz muhabbet ettikten sonra Ordu’ya devam ettim. Ordu’da birşeyler atıştırıp bu sefer Ordu’daki Boztepe’ye çıkmaya karar verdim.

Burası Trabzon’daki Boztepe’ye göre biraz daha yüksek. Ama buraya daha önce giden arkadaşlarımın da fotoğraflarından anladığım kadarıyla buranın en büyük esprisi teleferik. Ben motosiklet ile çıktığım için pek birşey anlamadım. Motosikleti aşağıda bırakıp teleferik ile çıkmak daha doğru bir karar olurmuş. Burada biraz vakit geçirip manzarayı izledikten sonra köy yollarından da geçerek Fatsa üzerinden Korgan’a doğru devam ettim. Kumru-Korgan Asfaltı iyiydi ama o yoldan Korgan yönüne devam edince işler biraz değişti. Yollar çok virajlı ve dardı, ayrıca sürekli tırmanış halindeydim. Üstelik yağmur da başlamıştı. Ancak her şeye rağmen manzara mükemmeldi. Gittikçe yükseliyordum. Tam herhalde son bu, artık daha yükselmem derken yol sürekli yükselerek devam ediyordu 🙂 Yolculuk esnasındaki en keyifli anları da aksilik gibi görünmesine rağmen aslında Karadeniz’de olduğumu hissettiren olumsuz durumlar sayesinde burada yaşadım.

Zorlu bir yoldan sonra Korgan merkezine ulaştım. Burada zor da olsa (kazı çalışmaları sebebiyle) benzin alıp arkadaşımın kasabası olan Tepealan’a devam ettim. Yollar gittikçe bozuluyor ve daralıyordu ancak buranın zevki de zaten bu şekilde çıkardı. Eve vardıktan sonra eşyalarımı bıraktım, biraz dinlendikten sonra araba ile Perşembe Yaylası’na çıkalım dedik. Akşamüstü vaktiydi. Yayladan yaklaşan sis ve çisenin farkındaydık. Perşembe Yaylası’ndaki anlar için sizleri fotoğraflar ile başbaşa bırakıyorum 🙂

Sisli yolları yara yara tekrardan Tepealan’a döndük. Akşam ise Korgan merkezdeki çay bahçesinde yemek-çay-muhabbet üçlüsü ile akşamımızı edip eve döndük.

Burada bir gece kalıp kendi memleketim olan Ordu-Mesudiye’ye geçmeye karar verdim. Kahvaltı ve Muhammet’in işlerini halletmesinden sonra daha yukarıda bulunan köylerine çıktık ve orada Gırgır dedikleri ancak bence Patpat olan bir aracı sürmeyi deneyimledim. Burada bu araç çok yaygın ve fındık işlerinde çokça tercih ediliyor. Hatta daha ekonomik olduğu için insanlar araçları yerine bununla sağa sola gidiyor. Benim için farklı bir deneyimdi 🙂

Gırgır’ı da deneyimledikten sonra eşyalarımı toparlayıp yola çıktım. Mesudiye’ye giden yolların sıkıntılı olduğunu biliyordum. Navigasyona uymaya karar verdim ancak birden fazla alternatif yol vardı. Bir kısmı köylerin içinden, bir kısmı da karayollarına bağlı bir yoldan devam eden yolu tercih ettim. Köy yolları bozuk olabilir ancak karayollarının yoluna çıkınca rahat ederim diyordum. Sonuç hiç de tahmin ettiğim gibi olmadı. Karayollarına ait olarak görünen yol (D855) delik deşikti malesef.

Köylerin içinden geçen yollar efsaneydi. Etrafı izleyip keyif almaktan fotoğraf çekmek aklıma bile gelmedi. Yer yer çok ıssız, yer yer çok tehlikeli, yer yer de çok bozuk yollar vardı. Ordu’nun derelerini bu yollarda görme fırsatı buldum 🙂 Öyle yollardan geçtim ki, yol daracık, kenarı hemen yüksek uçurum ve aşağıda dereler akıyor. Burada motoru kaydırıp düşseniz uzun bir süre kimse sizi bulamaz 🙂 Ancak akan derelerin sesi ve etrafın yeşilliği ile yine de çok keyifli bir yolculuk yapıyordum.

Mesudiye sınırına yaklaştıkça yükseliyor, yeşillikler yerini daha sarı tonlara ve kayalıklara bırakıyordu. Bizim memleketin yapısı da bu şekildeydi, bu bildiğim bir şeydi tabi. Sisler içerisinde Harçbeli Geçidi’nden geçip yoluma devam ettim.

Çok sayıda bozuk yoldan geçerek Mesudiye’ye varmıştım sonunda. Merkez’de birşeyler atıştırıp annemin köyü olan Beyseki Köyü’ne geçtim. Teyzem ve eniştem buradaydı. Motorumu evimizin önüne parkedip köyde gezintiye çıktık, sohbet ve muhabbetle bu günü de bitirdik 🙂 Tabi bu sırada sağlam bir yağmur başlamıştı. Sabah ne yaparım, nasıl yaparım diye düşünerek, buz gibi köy evinde uykuya daldım. Bizim buraları bilenler bilir, temmuz ayında bile geceleri soba yakmak gerekebilir. Ben ise görece daha serin olan Eylül ayında gelmiştim. İstanbul’un yaz sıcağından kaçtığım için çok iyi gelmişti 🙂

Sabah kalktığımda yağmur hala devam ediyordu. Kahvaltıdan sonra gözümü karartıp yola çıkmaya karar verdim. Ben hazırlığımı yaparken yağmur da diniverdi 🙂 Bence bu bir işarettir diyerek yola koyuldum. İki köy ötedeki babamın köyü olan Çerçi Köyü’ne girdim. Köyün meydanına motosikletimi çekmiştim ki, bir amca yaklaştı ve kimlerden olduğumu sordu, ben de kendimi tanıttım. O an köyde bulunan bir akrabamızı çağırdı, birbirimizi tanıdık tabi. Tam evlerine yönelirken yağmur tekrardan bastırdı. Evde sobanın başında çay ve muhabbet ederken, akrabamız olan köyün muhtarı da geldi. Yağmur tekrardan dinmişti. Köyü gezmeye karar verdik.

Köyün tarihi, Mesudiye’nin tarihi, nereden geldiğimiz vb. gibi konular hakkında edilen muhabbet, içilen kahve ve ikramlardan sonra tekrardan yoluma devam ettim. Bir sonraki rotam Keyfalan Yaylası oldu. Yaylaları çok sevdiğim için burayı tercih ettim.

Mesudiye merkezden geçip Tokat-Ordu yolu üzerinden ulaşılan Keyfalan yaylası’na, Ulugöl yaylası’ndan geçerek ulaştım.

Keyfalan Yaylası’nın buz gibi suyundan içip, etrafı dolaştım ve birkaç fotoğraf çektim. Burada kurulan belediye tesisinde de biraz dinlenip tekrardan Mesudiye’ye döndüm. Burada yakıt depomu full’leyip, benzinlikte duran Beykoz’lu bir abi ile muhabbet ettikten sonra köye döndüm.

Burada bulunacağım son günümde kendi yaylamız olan Beyseki Yaylası’na çıkmak istiyordum. Pek ihtimal vermesem de bir denemek istedim. Daha yolun başında olanaksız olduğunu farketip vazgeçtim. Bu yıl bol yağış olduğundan ve yollar toprak olduğundan yer iyice yumuşamış, çoğu yerde de çamur olmuştu. Yayla yolunun daha başında az kalsın motoru deviriyordum 🙂 Ben de vazgeçip başka yerlere gitmeye karar verdim. Motoru da bu deneme esnasında leş gibi yapmıştım.

Ertesi gün artık İstanbul’a döneceğim için Mesudiye merkeze inip motoru yıkattım, birşeyler atıştırıp Yeşilce’ye geçtim. Burada da biraz vakit geçirip tekrardan köye dönüp motorumu park ettim ve köyü gezmeye karar verdim.

Son günümü de bu şekilde geçirip sabah yola çıkmak üzere yattım. Sabah 05:00 civarı kalktım. Teyzemler de namaz için kalkmışlardı. Ufak bir atıştırma faslından sonra eşyalarımı toplayıp yola koyulmaya karar verdim. Günlerden cumartesiydi. Yol gözümü kesmez, yorulursam ortada bir yerde dinlenip ertesi gün devam ederim kafasıyla yola çıktım.

Yola çıkarken köyde hava sıcaklığı 6°C civarındaydı. İstanbul’dan çıkarken ise 25-27°C sıcaklıkları geride bıraktığım, dolayısıyla çok da fazla hazırlıklı olmadığım için oldukça soğuk geldi tabi.

Önümde Mesudiye-Koyulhisar arasında bulunan ve 2500 metre rakıma sahip İğdir dağı vardı. Gün ışımıştı, sıcaklığın artmasını bekliyordum ancak dağa tırmandıkça sis bastırdı ve hava sıcaklığı 4°C’ye kadar düştü. Bunu motosikletimin ekranında görmemin yanısıra vücudumda da hissediyordum 🙂 Allah’tan kışlık eldivenlerimi almıştım yanıma. Onlar olmasa ellerim uyuşabilirdi bile 🙂

İğdir Dağı’nı geçtikten sonra yavaş yavaş Koyulhisar’a indim. İndikçe sis kalkıyor ve hava ısınıyordu. Oradan sonunda Erzincan-İstanbul karayoluna bağlanmış ancak çok üşümüştüm. Yolun bu civarlarını sabah vaktinde çok sevdiğim için durmak istemedim ve Erbaa’ya kadar sürdüm. Orada yakıt tazeletip benzinliğin ücretsiz olarak servis ettiği çay ile de içimi ısıttıktan sonra devam ettim.

Yolumun üzerinde bulunan Amasya merkezini de merak ettiğim için girmeye karar verdim. Burada kahve içip biraz daha ısınmak istiyordum. Amasya merkezde bir kahveci bulup dinlendikten sonra tekara yoluma devam ettim.

Yolculuk esnasında çeşitli yerlerde durup dinlendim ve ihtiyaçlarımı karşıladım. Dinlene dinlene Bolu’ya kadar gelmiştim, uyku problemim de yoktu. Saat daha 16 civarıydı. İstanbul’a kadar gidebileceğimi düşündüğüm için dinlene dinlene yoluma devam ettim. Akşam ise saat 20 civarında evime varmıştım.

Benim için çok hazırlık olmayan, biraz spontane takıldığım ve güzel anılar yaşadığım bir yolculuk oldu. Toplamda 2900~KM yol yaptım. Bir hafta içerisinde Karadeniz’in sahilindeki bunaltıcı havayla da, yaylalardaki soğukla da mücadele ettim 🙂 İçimde kalan ve gidemediğim yerlere, yaşadığım tüm zorluklara rağmen benim için unutulmayacak bir deneyimdi. Bir daha bu tarz bir motosiklet ile bu yolculuğa cesaret eder miyim bilmiyorum açıkçası 🙂

Sonraki gezi maceralarında buluşmak üzere 🙂