Tem
14
2023

Suzuki V-Strom 250 ile Karadeniz Turu

Sonunda istediğim gibi bir Karadeniz turu yapmanın zamanı gelmişti. Önceki Karadeniz turu aniden gelişmişti (buradan okuyabilirsiniz) ve doğrusu hem biraz hazırlıksızdım. Hem tek başımaydım, hem de sürem kısıtlıydı. Ayrıca motosikletim bir scooter’dı. Bu sefer tamamen hazırlıklı olarak ve daha uygun bir motosiklet ile, üstelik bir arkadaşımla yola çıktık.

En başından şunu da söyleyeyim; Bu da diğer yazılarım gibi uzun olacak. Tamamını okumak gibi bir planınız varsa çayınızı-kahvenizi almayı unutmayın 🙂

2023 Mart ayında önceki turlarda da kullandığım motosikletim olan Yamaha X-max 250’yi satıp, Suzuki V-Strom 250 edinmiştim. Bu, gerçek bir motosiklet olduğu için daha konforlu ve daha güvenli hisseettiriyordu. Ufak tefek stabilize yollarda da oldukça konforlu bir motosiklet olduğu için, aynı motosiklete sahip olan arkadaşım Buğra ile neden Karadeniz turu yapmayalım ki? dedik.

Kurban bayramı 27 Haziran-2 Temmuz arasındaydı, sonraki bir hafta için de işten izin aldım ve 2 haftalık bir Karadeniz turu planladık. Bu tur ilk gün varacağımız Samsun’dan başlayıp Gürcistan’a, oradan da geri dönerek memleketimiz olan Ordu-Mesudiye’ye ve Amasya üzerinden İstanbul’da sonlanacaktı.

İlk Gün: İstanbul – Samsun

23 Haziran Cuma günü, sabah 5’de yola koyulduk ve 800 Km sürecek yolculuğumuza başladık. Yaz mevsimi olmasına rağmen sabah bu saatlerde hava çok soğuk oluyor doğrusu. Geçen yıllarda yaptığım turlarda bunu deneyimlediğim için bu konuda da hazırlıklıydık.

Sakarya, Bolu, Çankırı, Kastamonu, Çorum ve Amasya üzerinden molalar vererek, dinlene dinlene Samsun’a varacaktık. Buralardaki yolculuk ve molalar genelde Samsun’a varma doğrultusunda, Bolu’daki bayram trafiği de eklenince pek keyif vermedi. Ayrıca ben heyecan yaptığım için oldukça uykusuzdum. Yapacak bir şey yok diyerek yolumuza devam ettik. En keyifli anı Amasya’da yol kenarındaki manzarayı beğenerek durup dinlendiğimiz yerdeydi.

Burada biraz dinlenip ihtiyaçlarımızı da giderdikten sonra (sakız çiğneme ve çiçek toplama :)) yeniden Samsun’a doğru yola koyulduk. Hala 150 Km civarı yolumuz vardı ve yol almalıydık. Samsun yoluna doğru devam ederken yolumuza güzel manzaralar eşlik etmeye başlamıştı bile, biz de kayıtsız kalamayıp mola veriyorduk 🙂

Samsun-Terme’ye vardığımızda biraz dinlendikten sonra, motosikletlerimizin zincir temizlik ve bakımını yaptık. Tabi bu işlemi yaparken biraz sineklerin gazabına da uğradık. Burada 2 gece kalıp yolumuza devam edecektik. Malum uzun yoldan geldik. Akşam sohbet-muhabbet derken erken saatte uyuduk. Dün geceden kalma uykusuzluğum ve yol yorgunluğu ile yatar yatmaz uyumuş, hatta resmen bayılmışım 🙂 Sabaha kadar deliksiz ve mükemmel bir uyku uyudum.

Ertesi gün kullandığım navigasyon arıza çıkardığı için, en azından İstanbul’a dönene kadar garantide işi hallolsun diyerekten navigasyon cihazımı garantiye yollamak için kargoya gittim. Arkadaşım buğra’nın Terme’deki akrabalarını ziyaret ettikten sonra Samsun merkez’e gezmeye gittik, burada benim arkadaşım Alican ile Atakum’da görüşerek yedik, içtik ve akşam tekrar Terme’ye döndük. Bir sonraki günün sabahında da bizi ev yapımı muhteşem Terme pidesi bekliyordu, onları da afiyetle gömdükten ve biraz vakit geçirdikten sonra Trabzon’a doğru yola çıktık.

Samsun’dan Trabzon’a Yolculuk

Samsun’dan sonraki Karadeniz sahil yolu, İstanbul’dan bu tarafa olan yol gibi değil. Sürekli şehir içlerinden geçiyor, ışıklara ve trafiğe takılıyorduk. Bu nedenle bu yol daha kısa olmasına rağmen yine yorucu olacaktı.

Trabzon’a doğru yol alırken Ordu, Giresun ve Trabzon girişinde mola vererek yolumuza devam ettik. Mola için genellikle benzinlikler ve manzarası güzel olan yerleri seçiyorduk. Akşam üzeri otelimize varıp eşyalarımızı odamıza bıraktıktan sonra merkeze gidip motorlarımızı parkettik ve yemek yedikten sonra biraz dolaştık. Yine yol yorgunu olduğumuz için fazla uzatmadan otelimize çekildik ve dinlendik.

Maçka, Sümela, Kurtdere Yaylası, Hamsiköy

Karadeniz’de yayla gezecekseniz ve bu işi motosiklet ile yapacaksanız vaktinizi çok iyi değerlendirmeniz gerekiyor. Sabah geç kalkmak gibi bir lüksünüz olmuyor çünkü şans eseri güneşli bir hava yakalasanız bile akşam üzeri yayladan inen sis ve duman ile birlikte muhtemelen yağmur sizi karşılayacaktır. Bu nedenle erken davranmakta fayda var.

Biz de bunu bildiğimiz için erkenden kalktık ve hazırlandıktan sonra otelimizde verilen kahvaltıyı yaptık. Trabzon’da sanayinin içinde kalan PointBreak otel’de kaldık, sanayinin içinde olduğu için kötü gibi görünse de odalar temiz ve kahvaltısı da oldukça iyiydi. Bizim lüks beklentimiz olmadığı için biz gayet memnun kaldık. Genellikle aileler ve yabancı turistler kalıyordu, herhangi bir sıkıntı yaşamadık.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra Sümela ve yukarısındaki yaylaları görmek üzere yola çıktık. Maçka üzerinden Sümela manastırına varacaktık. Burası milli park olduğu için normalde araçla girişe izin verilmiyor. İçeriye yaya girip minibüslere para verip Sümela’ya gidiliyor ancak biz yukarıda bulunan bir yaylanın ismini söyleyerek, Sümela’da da durmayacağımızın sözünü vererek(yalan :D) motosikletlerimiz ile giriş yaptık.

Dönüşte yine buradan geçeceğimiz için Sümela Manastırı’na girmeden, yolun devamının bozuk olmasına rağmen yukarıdaki yaylaları görmek üzere buradan biraz dinlendikten sonra yolumuza devam ettik. Yolun buradan sonrası oldukça bozuktu. Ormanların içinden geçtikten sonra daha ferah ve güzel manzaraların bulunduğu yerlerden geçerek Gümüşhane il sınırlarının içinde bulunan Kurtdere Yaylası’na varacaktık.

İşte şimdi gerçekten Karadeniz’de olduğumuzu hissettiren yerlere gelmiştik. Manzara müthişti ve hava gittikçe soğuyordu. Yol bozuktu ancak motosikletlerimiz şaşırtıcı bir şekilde oldukça konforluydu. Suzuki V-Strom 250’den bu konforu beklemiyordum aslında. Motorlarımız o bozuk ve yokuşlu yollarda gıkları çıkmadan mükemmel bir şekilde bizi taşıyorlardı. Burada Suzuki mühendislerini takdir etmeden geçemeyeceğim 🙂 Böyle güzel yollarda ilerletidikten sonra Kurtdere Yaylası’na vardık, biraz köyün içine girdikten sonra yol üzerinde gördüğümüz bir çeşme başında mola verdik. Örtümüzü yere serdik, kendimiz de serildik tabi 🙂 Yanımda getirdiğim moka pot ve kamp tüpü ile çeşme başında hazırladığımız kahvelerimizi afiyetle içtik ve burada manzaranın tadını çıkardık.

Hava gittikçe soğuyor, bulutlar artıyor ve aynı zamanda sis de basmaya başlıyordu. Birer Karadeniz’li olarak buraların havasını az çok bildiğimiz için buraların keyfini yeterince çıkardıktan sonra Sümela’ya doğru dönüşe geçmeye karar verdik. Vadi’den aşağıya doğru indikçe sis artıyordu. Sümela Manastırı’nın önüne vardığımızda bir çok park etmiş araba gördük. Hava kapatmış ve yüksekleri sis basmıştı. Motosikletlerimizi bir köşeye parkettikten sonra Manastır’a girmeye karar verdik. Yasak olduğu için girişten içeri motosikletlerimizi sokma şansımız yoktu, biz de yürüdük. 10-15 dk yürüyüşün ardından Manastır’a vardık ancak oldukça fazla sıra vardı. O sırada en fazla 5 dakika kadar bekledikten sonra sıranın Müzekart sırası olduğunu öğrendik ve bizim Müzekartımız olduğu için doğrudan Manastır sırasına girdik.

Burası açıkçası benim için biraz hayal kırıklığına sebep oldu. Bunun birçok sebebi var;

Kendi aracımızla geldiğimiz için çok zahmetliydi, bayram tatili olduğu için çok kalabalıktı, Manastır’da görebileceğimiz yerler kısıtlı ve en çok üzüldüğüm de duvarlardaki fresklerin halkımız tarafından içine edilmiş olmasıydı. Adamlar kaç yüz yıllık tarihi esere adını yazmış resmen. Buna nasıl müsade edilmiş, bunu yapanlar neyi amaçlamış anlayabilmiş değilim.

Burası biraz tadımızı kaçırdıktan sonra tam çıkalım demiştik ki yağmur yağmaya başladı. Yürüyecek 700-800 metreye yakın yolumuz vardı ancak yanımıza yağmurluk almamıştık, haliyle de ıslandık. Motorlarımızın başına geldiğimizde hemen yağmurluklarımızı giydik ve aşağıya, yani Maçka’ya doğru inişe geçtik. Burada bir benzinlikte kıyafet değiştirip dinlendik ve yağmurun dinmesini beklerken bir şeyler atıştırdık. Sonraki durağımız Sütlacı ile meşhur Hamsiköy olacaktı.

Hamsiköy’e doğru yola çıktık. Yol güzel, manzara güzel filan ama hava oldukça tekinsizdi 🙂 Hamsiköy’e birkaç kilometre kala hava iyice kapatmış ve şimşekler çakmaya başlamıştı. Bir anda iri taneli bir şekilde oldukça şiddetli bir yağmur başladı ve tabi ne yapacağımızı şaşırdık. Bir aksiyon almamız lazımdı. Gördüğümüz ilk kapalı yere girecektik ve bir inşaat bulduk.

Yağmur kısa süre sonra yavaşlamaya başladıktan sonra yola koyulduk, 3 Km’lik yolun ardından Hamsiköy’e vardık ve mükemmel manzara ve gökkuşağı eşliğinde sütlaçımızı gömmek üzere bir mekana girdik. Haziran 2023 itibariyle sütlaça 50₺ gibi bir fiyat ödedik. Böyle turistik bir mekan için bence uygun bir fiyattı, üstelik çayları da ikram ettiler. Manzara mükemmel, sütlaç mükemmel, daha ne olsun ki 🙂

Burada da ıslanmamıza rağmen keyifli vakit geçirdikten sonra dönüşe geçtik. Otelimize gitmeden önce hava kararmadan motosikletlerimizi yıkadık ve zincir bakımlarını yaptık. Akşam ise Trabzon merkez’de pidelerimizi afiyetle yiyip biraz dolaştıktan sonra yine dinlenmek üzere otelimize geçtik.

Uzungöl, Çaykara ve Rize’ye Yolculuk

Ertesi gün otelimizde kahvaltımızı yapıp hazırlandıktan sonra yola koyulduk. Bugün Of ve Çaykara üzerinden Uzungöl ve eğer hava müsade ederse yukarısındaki köylere doğru gidip, tekrar aynı yoldan geri dönerek Rize merkeze geçecektik ancak hava şartları müsade etmediği için Uzungöl’e kadar çıkıp geri dönmek zorunda kalacaktık.

Yağmur iki gündür peşimizi bırakmıyordu ancak biliyoruz ki burası Karadeniz. Burada aşırı şiddetli olmadığı sürece yağmuru bir aksilik olarak saymak normal bir şey değil. Buranın doğası bu. Yağmurun şiddetlenmesi riskine karşı diken üstünde yol alma hissiyatı nedense benim hoşuma gidiyor. Yeri geldiğinde kapalı bir yere girip sığınıyoruz. Buralarda da güzel muhabbet dönüyor tabi.

Bir şekilde ilerleyerek Uzungöl’e vardık ancak sis nedeniyle pek manzara olmaması, her yerde Türkçe tabela olması(!) sebebiyle biraz canımız sıkılmadı değil. Burada pek vakit geçirmeden Çaykara’ya döndük. Burada bir mekanda bir güzel sac kavurma gömdükten sonra Of üzerinden Rize merkeze geldik.

Rize merkezde kendimize bir otel ayarladıktan sonra motosikletlerimizi parkettik ve burada yaya bir şekilde gezecektik. Burada yaşayan arkadaşım Mustafa ile görüşüp biraz vakit geçirdik, merkezi biraz gezindik, yedik içtik vb. Akşam olduğunda da Rize’deki meşhur çay bardağı heykelinin de bulunduğu Çay Çarşısı’na gittik. Aslında burada heykel olarak bilinen yapı bir heykel değil, bina olarak inşa edilmiş. İnternette bolca dalga geçildiğini gördüm ancak bence Rize için gayet iyi olmuş. Hayır bu Rize’de olmayacak da nerede olacaktı ki? Ben beğendim şahsen 🙂 Burada da çayımızı içtikten sonra otele geçip dinlendik.

Rize’de rastgele bir esnafa sorarak gittiğimiz Okutur otel, belki de tur boyunca kaldığımız en iyi oteldi. Biz oteli sadece dinlenmek için kullandığımız için bize göre gayet iyiydi. Ayrıca Rize’deki oteller genellikle Trabzon’a göre 2-3 kat daha pahalıydı ancak burasının fiyatı Trabzon’dakine oldukça yakındı. Oda 3 kişilik olduğu için oldukça geniş ve ferah, banyosu tuvaleti vb. gayet temizdi. Kahvaltıdaki yiyecekler de gayet taze ve güzeldi.

Çamlıhemşin, Zilkale, Elevit ve Ayder Yaylası

Kahvaltı ve hazırlıktan sonra bugün yine yaylalara doğru yola çıktık. Fırtına vadisinden ilerleyerek Çamlıhemşin üzerinden önce Zilkale ve Elevit yaylası, ardından Çamlıhemşin’e dönerek Ayder’e gidecektik. Ayder popüler ve bozulmuş olduğu için orayı sona bıraktık. Rize merkez’den Ardeşen’e kadar sahil yolundan, oradan fırtına vadisine girip fırtına deresini takip ederek yolumuza devam ettik. Çamlıhemşin’de biraz mola verdikten sonra Zilkale’ye doğru devam ettik.

Zilkale’de de biraz mola verip fotoğraf çekildikten sonra kaleye çıkmayı tercih etmeyip yolumuza devam ettik, sonraki durağımız yol kenarında bulunan Çilanç köprüsü oldu. Burada da dinlenme ve fotoğraf-video çekme işlerinden sonra Elevit yaylasına doğru yola çıktık.

Elevit Yaylası’nda da biraz vakit geçirip fotoğraf çekildikten sonra biraz daha yukarılara doğru çıkabilir miyiz diye şansımızı deneyelim dedik, buradaki manzara da üstteki fotoğraflarda görüldüğü üzere muhteşemdi. Yol gittikçe bozulup dikleştiği için yukarıdaki Trovit Yaylası’na gitmekten vazgeçip geldiğimiz yoldan Çamlıhemşin’e doğru Buğra’nın da acıkması sayesinde Jet hızında dönüşe geçtik 🙂 Çıkışımız 2-3 saat sürdüyse dönüşümüz 40-50 dakika sürmüştür herhalde 🙂

Çamlıhemşin’de birşeyler atıştırdıktan sonra da pek istekli olmasak da buraya kadar gelmişken Meşhur Ayder Yaylası’nı görelim dedik. Yolu güzeldi aslında ama yukarısı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Burası da Milli Park sınırlarında bulunduğu için girişi ücretli ancak biz haritadan yukarılarda bulunan bir köyün adını söyleyip ücretsiz geçtik. Zaten gişede duran görevli kişi de kendisinin motorcu olduğunu söyleyerek bizden ücret almadı 🙂 Yukarıda yani yaylada bildiğiniz trafik vardı. Her yer Türk doluydu(!), tabelaların hepsi Türkçe’ydi(!). Burası biraz canımızı sıktığı için biraz dinlenip geri dönmeye karar verdik. Buradan fotoğraf bile koymuyorum. Bence değmez. Sırf gelmiş olalım diye geldik desem yeridir. Elevit taraflarını görmemiş olsak bugünü boşa gitmiş sayardım. İyi ki önce Zilkale ve Elevit taraflarına gitmişiz.

Çamlıhemşin ve Ardeşen üzerinden tekrardan Rize merkeze, otelimize döndük. Rize merkez’de bir akşam daha kalıp ertesi gün Artvin, Hopa’ya doğru yola çıkacaktık. Rize merkez’de akşam yeme içme, biraz gezinme ve çay-çorba içme ile geçti, ardından otele geçip dinlendik.

Hopa ve Gürcistan Macerası

Sabahtan çantalarımızı hazırlayıp otelimizde kahvaltı yaptık ve Hopa’ya doğru yola çıktık. Bir sonraki gün hava bayağı yağmurlu gösterdiği için erkenden Hopa’daki otelimize yerleşip Gürcistan’a geçmek istedik. Ben yurtdışından telefon satın aldığım için Gürcistan’a girip çıkmam gerekiyordu. Girmişken Batum’u gezmemek de olmazdı tabiiki de 🙂

Hopa’ya doğru giderken artık yol kenarları TIR’larla doluydu. Bir de bizi kahreden farklı bir görüntü ile karşılaştık, Karadeniz sahil yolunun kenarında bildiğiniz çöp dağları vardı… Evet buranın arazisi sarp ancak orası sürekli kullanılan yoğun bir yol, bu kadar görünür bir yerde bu kadar çöp olması can sıkıcıydı. Çöp dağlarının yamacından doğru Hopa’ya vardıktan sonra otel arayışına geçtik. Buradaki oteller sınıra yakın olmasından ve küçük bir yer olmasından dolayı diğer yerlere göre oldukça pahalıydı. Biz de diğerlerine göre daha pahalı olmasına rağmen daha temiz ve yeni göründüğü için Gülcihan Park oteli tercih ettik. Buradaki odalar oldukça ufak ve sıkışıktı. Neredeyse odada adım atacak yer yoktu ancak en azından temizdi. Daha ucuz veya aynı fiyatta olan diğer oteller muhtemelen daha kötüdür diye tahmin ediyorum.

Buraya eşyalarımızı bırakıp döviz bürosundan dolar aldıktan sonra Sarp sınır kapısına doğru harekete geçtik. Sınıra yaklaştıkça trafik başlamıştı ancak motosikletli olamanın avantajıyla sınır kapısına ulaştık. Gürcistan tarafına çipli kimlik kartları ile geçiş yapılabiliyor ancak ben telefon kaydettireceğim için ne olur ne olmaz diyerekten pasaportum ile geçiş yapmayı tercih ettim. Sınırdan geçiş sırasında ufak tefek sıkıntılar yaşasak da bir şekilde geçişimizi yaptık, sınırın öbür tarafında arkadaşımız Salih bizi bekliyordu. Gürcistan sınırına geçtikten sonra burada bir miktar Gürcistan’ın para birimi olan Lari satın aldık. Motosiklet ile giriş yaptığmız için zorunlu olarak sigorta yaptırmamız gerekiyor. Bu sigorta motosiklet olduğu için 35 Lari karşılığında yapılıyor ve 1 ay kadar geçerli. Buradaki işlemlerimizi hallettikten sonra Batum’a doğru hareket ettik.

Motosiklet ile yurtdışında yolculuk yapmak farklı bir histi. Biraz tedirgin olmadım diyemem çünkü kocaman yolda hız limiti 50 Km/s idi ve bizi uğraştıracağı için ceza yemekten de çekinerek oldukça yavaş sürdük. Batum’da Black Sea Mall’a gidip salih ile buluştuk, oranın meşhur armutlu gazozundan içip bir şeyler atıştırdık.

Biraz gezintinin ardından Ali ve Nino heykelinin de bulunduğu bölgeye gittik. Burada biraz vakit geçirip bir şeyler içtik, fotoğraflar çektik. Bir hayal kırıklığı da burada oluştu aslında; Ali ve Nino heykeli internette kocaman görünüyor ancak göründüğünden çok daha küçükmüş 🙂 Sahilde bir kafeye oturup kahve içelim dedik, Türkiye’de böyle bir kahve satmaya kalksan müşteriler başından aşağı döker, öyle kötü bir kahveydi…

Dönüş için daha vakit vardı, yaya bir şekilde ara sokakları gezelim dedik. Buranın mimarisi oldukça ilgi çekici, bizimkinden çok daha farklı. Bazı yerlerde oldukça eski ve yüksek, üflesen yıkılacak gibi duran binalar varken bir tarafta lüks ve yeni binalar var. Bazı yerlerde de eski tipte güzel mimarili yapılar. Buranın ara sokakları kesinlikle gezmeye değer.

Burada yeme-içme konusuna pek güvenemediğimiz ve pek fazla vaktimiz de kalmadığı için Europe Square’daki Mc Donalds’a girip bir şeyler yedik ve dönüş yoluna doğru koyulduk. Sınırda hoşumuza gittiği için armutlu gazozdan alıp içtik ve memleket hasretiyle sınıra doğru tekrardan hareket ettik 🙂 Sınırdan içeri girmek, çıkmak kadar zor değildi. Hızlıca memlekete girip otelimize geçtik ve dinlenmeye çekildik.

Hopa’da 1 Gün Mola

Bir sonraki gün hava durumunda da göründüğü üzere oldukça şiddetli yağmur vardı. Biz de bu nedenle bu günü pas geçmeye ve dinlenmeye ayırdık. Burada günümüz cafede oturup yiyip içerek filan geçti, pek de yapacak bir şey yoktu. Bir ara canımız sıkıldı, internet cafeye gidip CS bile oynadık 🙂 Burada bir de Artvin bölgesine özel olan Cağ döneri denedik. Erzurum’lular bunu yatay bir şekilde yapıp şiş ile servis ederken Artvin’liler döner gibi yapıp servis ediyorlar. Tavsiye üzerine gittiğimiz dükkan oldukça salaş ve uygun fiyatlıydı ancak Cağ döner bizden geçer not almayı başardı. Üstelik ayran da ikram dı 🙂 Bu günümüz de dinlenerek geçiyordu. 1 haftadır yollarda, yaylalarda vb. bayağı gezdik ve 1 haftamız daha vardı. Aslında burada dinlenmek biraz da gerekliydi, yağmur da bahane oldu.

Memlekete Dönüş: Artvin – Mesudiye Yolculuğu

Bir günümüzü de dinlenerek geçirdikten sonra sonraki gün rotamız, memleketimiz olan Ordu’nun Mesudiye ilçesiydi. Yolumuz oldukça uzundu. Hopa’dan Rize, Trabzon, Giresun ve Ordu merkez’e varacak, oradan da Mesudiye ilçesine geçecektik. Bu yol hep şehir içinden geçtiği ve dolayısıyla uzun süreceğinden erkenden kahvaltımızı yapıp yola koyulduk. Yolda canımız istedikçe, fazla da oyalanmadan dinlendik. Giresun’a vardığımızda ise bir de Görele pidesini Görele’de denemek istedik. Görele pidesi de lezzet olarak iyiydi ancak fiyatına göre boyutu küçük geldi doğrusu 🙂

Ordu merkez’de biraz dinlenip yakıt aldıktan sonra artık kendi ilçemiz olan Mesudiye’ye doğru yola koyulduk. Yeni yapılan Ordu-Mesudiye yolu motosiklet sürüşü için çok zevkli bir yol olmuş. Bol bol viraj, bazılarında aydınlatma olmasa da onlarca tünel mevcut. Biz yolu çok beğendik doğrusu (biz geçtikten 1 hafta sonra yolu sel vurdu ve çöktü…). İlçe merkezinde de yakıt alıp alışverişimizi de yaptıktan sonra köyümüz olan Beyseki Köyü’ne doğru tırmanışa başladık. Yol Çerçi Köyü’ne kadar asfalt ve güzel. Önceki gelişimde buradan sonrası asfalttı ancak yenileme çalışması yapacam derken yola komple mıcır atmışlar. Bu bizi oldukça zorladı çünkü mıcır çok gevşekti, motosikletimiz arazi motosikleti olmadığı için tekerleklerimiz filan kaya kaya bir şekilde köye attık kendimizi.

Köydeki evimiz oldukça eski bir ev. Kışın kuzenlerim geldiği için temizlik durumu kötü değildi ancak su saatinin vanası patlaktı. Ev de eski olduğu için biraz korkunçtu ama buna alışacağımızı biliyordum 🙂

Gölköy ve Keyfalan Yaylası

Köyde geçen buz gibi bir gece aslında hiç fena olmamıştı. Kalın yün yorganların altında, köyün temiz havasının da verdiği rahatlıkla bir güzel uyku çektikten sonra güzel bir kahvaltı ve ardından yola çıkma vakti gelmişti. Bugün aslında Perşembe Yaylası’na gitmek istiyorduk. Navigasyon bizi çok kötü yollara soktuğu için biraz canımız sıkılmıştı. Perşembe Yaylası’na iyi yollardan gitmek için yolu biraz fazla uzatmak gerekiyor. Gölköy üzerinden deneyelim dedik ancak burası da daha yolun yarısına gelmeden bizi çok yorduğu için vazgeçtik ve yönümüzü Keyfalan Yaylası’na çevirdik.

Keyfalan Yaylası, Mesudiye’nin turistik yaylalarından. Bakkal bile var yaylada 🙂 Burada Mesudiye Belediyesi’nin tesisinde bir şeyler atıştırıp biraz vakit geçirdik, fotoğraf ve videolar çektik. Bugün Gölköy civarındaki yollar çok yorduğu için fazla vakit kaybetmeden köye dönmek istedik. Mesudiye üzerinden Beyseki köyü’ne doğru hareket ettik. Bu mıcırlı yol bizim hem çok yoruyor hem de motosikletlerimizi mahvediyordu ancak alternetif bir yol da mevcut değil malesef. Köyde biraz vakit geçirdikten sonra akşam gezintisine çıktık, biraz dolaşıp akraba ziyaretlerinde bulunduk. Köyden çıkmamız için geçmemiz gereken yol çok bozuk olduğu için ertesi gün yürüyerek köyümüzün yaylasına gidecektik. Bunun için biraz hazırlıkta yapmıştık.

Yürüyerek Beyseki Yaylası’na Gittik

Buraya önceki gelişimde motosikletim ile yaylaya çıkmak istemiştim ancak önceki geldiğimde Eylül ayıydı ve o yıl köy çok yağış aldığından, motosikletim de scooter olduğundan o zeminde ilerleyemeyip vazgeçmiştim. Bu sefer koşullar motosiklet ile gitmeye uygundu ancak koca günümüzü orada geçirmek istiyorduk. Motosiklet ile gidip 15-20 dakikada varmak istemedik, hem yürürken etrafı izlemek daha zevkli oluyor doğrusu. Yolda karşımıza ayı, domuz vb. çıkmasına karşı mükemmel önlemlerimiz vardı. Elimize bir sopa ve ses çıkarması için elektroşok cihazı almıştık 😀

Etrafın böyle yeşil olması güzeldi. Biz köye genelde yaz ortası geldiğimiz için bütün otlar sararmış olurdu. Bu hali çok hoşuma gidiyordu buraların. Biraz yiyecek-içecek yükümüz de olduğu için ağır-aksak, yavaş yavaş yaylaya doğru yürüdük. Hoşumuza giden yerlerde durup dinleniyor, fotoğraf vb. çekip etrafı izliyorduk. Burada yaptığımız hata üstümüze uzun kollu bir şey giymemek oldu. Buraların havası çok sıcak olmasa da güneşi bayağı yakıyor insan vücudunu (akşam eve döndüğümüzde kollarımız kıpkırmızıydı).

Yaylaya varmadan önceki son durağımız Aybakacak denen, bir de çeşme bulunan bir alan. Burası Karababa dağının eteklerindeki çam ormanının hemen girişinde bulunuyor. Buraya örtümüzü serip uzandık, hafiften müziğimizi de açıp dinlenmeye geçtik. Hava bu olay için mükemmeldi. Üşümüyorduk da, yanmıyorduk ta. Tatlı tatlı esen rüzgarla birlikte uzanıp güzel vakit geçirdik. Köyün aksine internet burada güzel çekiyordu 🙂 Bir ara instagram’da takılırken çıkan oyun reklamının sesi bluetooth hoparlörden geldi, ayı sesi zannederek ayağa sıçradık. Bu gezimiz için epik bir andı aslında. Sesin hoparlörden geldiğini anlayınca kahkahaya boğulduk 🙂

Burada biraz vakit geçirip yiyip-içtikten sonra orman yolundan yaylaya kısa bir yolumuz kalmıştı. Buralarda karşımıza ayı çıkma ihtimali bulunduğundan, sesimizi duyup da yaklaşmasın diye yüksek sesle konuşarak ilerledik. Böyle temiz havası olan ve doğası bozulmamış yerlerde bulunmanın verdiği enerjiyle yolumuza devam edip yaylamıza vardık. Yaylada biraz vakit geçirip manzaralı bir yere geçip oturduk, etrafı izledik. Yayla ile karababa dağı arasındaki alandan yola dönmek için kesitrme olsun diye dik yamaçtan aşağı inip dönüş yoluna geçtik. Dinlene dinlene köye doğru giderken kendisini göremesek de ayı arkadaşın ayak izini görmüştük. Bu olan bir an önce köye dönmemiz için bize motivasyon sağladı 🙂

Akşam olmadan köye varıp mezarlık ziyaretimizi yapıp eve geçtik, son akşamımızda da gitmeden akraba ziyareti yaptıktan sonra dinlenmeye çekildik.

Mesudiye’den Amasya’ya

Köyde geçen son gecenin ardından Mesudiye’ye, oradan da Amasyaya gitmek üzere hazırlanıp yola çıktık. Köyden merkeze olan yol çok kötü durumda olduğu için motosikletlerimizin zincir bakımlarını yapmadan yola çıktık, nasıl olsa yine leş gibi olacaktı. Mesudiye merkeze vardığımızda ilk işimiz zincirlerimizi temizleyip yağlamak oldu. Bu işimizi hallettikten sonra yağlanan zincirle hemen yola çıkmamak için motosikletlerimizi parkedip bir şeyler yemek için Mesudiye’de gezintiye çıktık. Bir şeyler atıştırdıktan sonra Amasya’ya doğru yola çıktık. Bugün hava oldukça sıcak olacaktı, özellikle Koyulhisar-Reşadiye ilçelerini geçtikten sonra sıcak kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı.

Amasya’ya vardığımızda hava cidden aşırı sıcaktı. Bu turda denk geldiğimiz en sıcak havaydı diyebilirim. Amasya’da 2 gece konaklayacaktık, motosikletlerimizi park edip dinlenmeye çekildik. Gündüz hava çok sıcak olduğu için evde dinlendik. Akşam ise semaver çayı ile birlikte hoş sohbet geçen bir piknik iyi oldu. Akşam ise şehir gezintisine çıktık. Şehrin tarihi ve güzel sokaklarına yapılan gezinti beni şaşırtmıştı, Amasya’nın bu kadar güzel ve önemli bir yer olduğunu bilmiyordum doğrusu.

Ertesi günün gündüzünü de evde dinlenerek geçirdik. Akşam üzeri ev yapımı, mükemmel lahmacunları da gömmek üzere Ziyaret adındaki kasabada bulunan mesire alanına gittik. Burada da güzel bir akşam geçirip, ufak bir şehir gezintisinden sonra dinlenmek üzere eve geçtik.

Ve Final: Amasya – İstanbul Yolculuğu

Akşamdan valizlerimizi hazırlayıp yatıp uyuduk. Sabah valizleri motosikletlerimize yükleyip İstanbul’a, evimize doğru harekete geçtik. Günlerden Perşembe’ydi. Aslında iki gün daha izinimiz vardı ancak sonraki günlerde havanın yağmura çevirme ihtimali olduğundan erken dönme kararı almıştık. Biz döndükten sonra da zaten bir çok yerde sel ile ilgili sıkıntılar oldu. Yerinde bir karar olmuş bu.

İstanbul’a dönüş yolculuğumuz da dinlene dinlene ve kendimizi fazla zorlamadan olacaktı. Bolu-Gerede’ye kadar aslında pek bir sıkıntımız yoktu. Dinlene dinlene, yiye içe yolumuza devam ediyorduk. Bolu-Gerede’den sonra yol artık otoban olduğundan, TIR trafiğinden de dolayı bu kısım bizi yoracaktı. 3 şeritli yolun en sağındaki tırlar çok yavaş gidiyordu, orta şeritte ise diğer TIR’ları sollamaya çalışan, az biraz daha hızlı olan TIR’lar vardı. En sol şeritte ise arabalar 130-150 Km/s gibi yüksek süratlerde gittikleri için çoğu yerde sıkışıp kalıyorduk. 250cc motosiklet ile yola çıkmanın negatif etkisini burada çok ciddi bir şekilde hissettik.

Bolu dağından geçip Sakarya’ya doğru yaklaştıkça hava kapanıyor, yer yer yağmur çiseliyordu. Sakarya merkez’e doğru yaklaşırken olan oldu, yağmura yakalandık. Hemen kendimizi güvenli bir şekilde bir üstgeçit altına atıp bekledik. Çok şükür yağmur pek sürmedi ve biz de tekrar harekete geçtik.

İstanbul’da evlerimize varmadan son bir kez Mehmetçik tesislerinde mola verdik. Eve artık son 40 Km kalmıştı. Son kalan bu yolumuzu da aşıp kendimizi evlerimize attık. İşte artık tur bitmişti.

Bizim için çok farklı bir deneyimdi bu. Önceki Karadeniz turundan doğrusu tatmin olmamıştım. Bu tur ise gerek gördüğümüz yaylalar, bulunduğumuz mekanlar vb. ile birlikte bu yaz bana yetecek ve tatmin olmamı sağlayacak bir turdu.

Bu sefer hazırlıklı ve daha uygun ekipmanlarla yola çıktığımız için, beklentilerimiz doğrultusunda bir sıkıntı yaşamadan turumuzu bitirdik. Bu turdan 2 hafta kadar önce yaptığımız mini ege turu da, uzun yol yapmak konusunda faydalı oldu. Ben şahsen her uzun turdan kısa bir süre önce o yaz kesinlikle mini bir tur yapmayı tercih ediyorum. Bu tarz mini turlar, motosikletin huyunu suyunu hatırlamam ve bir takım sıkıntıları önceden görmem konusunda yardımcı oluyorlar. Örneğin yeni almış olduğumuz heybe çantalar bu mini turda zayıf yerinden sökülmüştü, böylece Karadeniz turu öncesi önlem alabilmiştim. O söküğün Karadeniz turumuzda olmasını istemezdim.

Toplamda 4000 Km civarı süren bu turda mükemmel hatıralar biriktirdik ve sanırım yeni rotaları keşfetmek üzere birkaç yıllığına Karadeniz defterini kapattık 🙂

Sonraki turlarımda/yazılarımda görüşmek üzere 🙂