May
23
2022
0

Muğla – Gökova Körfezi Bisiklet Turu

Muğla’da bisiklet sürmek nasıl bir his olabilir? Bir Muğla’lı için normaldir, peki benim gibi bir İstanbul’lu için? Öncelikle şunu söylemeliyim ki diğer gezi blog gönderilerim gibi bu da uzun bir gönderi olacak. Bir haftaya neler sığdırdık, neler gördük, işte karşınızda 🙂

İstanbul ve çevresinde bisiklet sürmek bizim için artık sıradan. Onca işe güce rağmen yılda en az 2-3 bin km sürüyorum. Pandemi ve son dönemde yaşadığım durumlardan ötürü aldığım kilolara rağmen İstanbul’da bisiklet sürmek yorucu gelmiyor artık.

Aslında uzun zamandır şehirdışı turu istiyordum ancak yeterli donanım olmaması sebebiyle açıkçası yanaşamıyordum. Geçtiğimiz kış aldığım heybeli arka çanta, içimde uzaklara gitme isteği uyandırmaya başlatmıştı. Hazır Ramazan Bayramı tatili de yaklaşıyorken beraber bisiklet sürdüğümüz Özcan ile bu tarz bir turu konuşmaya başlamıştık. E madem ki İstanbul dışına çıkacağız, buradan başlarsak hiçbir zevki olmayan otoban tarzı yollarda sürüş yapacaktık. Bu nedenle bir yere otobüs ile gidip, orada bisiklet sürmek daha mantıklıydı. Bu dönemlerde havalar da bisiklet sürmek için müsait olduğu için, tam zamanıdır diyerek Muğla’ya gitmeye karar verdik.

Muğla’nın her yeri ayrı güzel ama Gökova Körfezi etrafındaki bölge bir başka. Bu nedenle buralarda gezeceğimiz bir tur planladık. Tura çıkmadan önce nerelere gideceğiz, hangi gün nerede kalacağız, ne kadar süreceğiz, yaklaşık olarak hepsi belirlendi ve ayarlamalar yapıldı. Yazının devamında gün gün ne yaptık, hangi rotada sürdük hepsini anlatıyor olacağım. Başlayalım 🙂

Hazırlık ve Otobüs Yolculuğu

Bir yandan tur ile ilgili detaylar ortaya çıkarken, bir yandan da kimlerin geleceğinin belirlenmesi gerekiyordu. Ben ve Özcan rota konusunda anlaştık, ardından gelebilecek diğer arkadaşları davet ettik. Turun ilk üç gününde Özcan ile ikimiz sürecek, ardından Tarık bize Bodrum’da katılacaktı. Otobüs biletleri alındı, kalınacak yerler de buna göre ayarlandı.

Hazırlık yapılması gereken diğer bir durum ise taşıma kapasitesi ile ilgiliydi. Arka bagajlarımız var ancak yetersizdi. Ekstradan ön bagaj almaya karar verdik. Özcan’da Btwin çantalar vardı, ben de kendime anunnaki’den 2 adet 30 litrelik ön çanta satın aldım. Ön çanta demiri olarak ise XLC’nin LR-F01 modelini tercih ettik. Bu model v-fren’li düz maşalar için tasarlanmış ancak zor da olsa, ekstra u-bolt’lar vb. alıp kesip biçerek kendi maşalarımıza uydurduk.

Ön ve arka çantalarımıza kıyafetler, havlu, ekipmanlar vb. sığdırmayı başarmıştık. Ancak bu şekilde bisiklet aşırı ağır oldu. Zaten ben de ağırım, nasıl gidecek bu bisiklet diye daha yola çıkmadan korkmaya başlamıştım bile 😂. Yola çıkınca korkularım bir nebze olsa geçti ancak yine de Muğla’nın yokuşlarını bu ağırlık ile nasıl çıkacağım diye düşünerek yola çıktım.

Otobüste terli terli oturmamak için evden erken çıkıp Üsküdar’a yavaşça gitmeye karar verdim, kıyafet seçimimi de buna göre yaptım. Üsküdar’dan Dudullu’ya metro ile geçip oradan otobüs terminaline geçtik. Bayram gelmek üzere olduğu için trafik ve otobüsler yoğun, kalkışları da gecikmeliydi.

Bisikletlere sorun çıkarmadığını bildiğimiz Kamil Koç’tan almıştık biletlerimizi. Gidişte iki bisikletliydik, başka bisikleti olan da yoktu. Otobüsün bagajı da geniş olduğu için görevli arkadaşlar bize hiçbir sorun çıkarmadı. Bisikletlerimizin ön tekerlerğini söküp, selelerini de alçaltarak otobüsün bagajına yükledik ve sabitledik. Yolculuğumuz ise yaklaşık 9-10 saat sürdü. Bazen sohbet ederek, bazen ise uyuklayarak geçen fena olmayan bir yolculuktu.

Bu arada dikkatimi çeken şey şu oldu. Bursa otogarında WC ücreti 2.5₺ idi. WC’nin kapısındaki para alan ağabeye ne kadar pahalıymış gibisinden serzenişte bulunduk, bize karşılık olarak daha pahalılarının olduğunu söyledi. Hakikaten de Muğla’ya yaklaştıkça WC ücretleri artıyordu. Muğla otogarda ise yanlış hatırlamıyorsam 3.5₺’ye çıkmıştı ücret. Bu da böyle bir anımdır diyerek bu değişik konuyu kapatmış olayım 😂

1. Gün: Muğla – Sakartepe – Akyaka

Muğla otogara indik. Bizi yaklaşık 34 km’lik bir yolculuk bekliyordu. ilk birkaç km’si biraz tırmanış, gerisi ise iniş olarak göründüğü için basit bir sürüş olacağını düşündük. Merkezdeyken Migros’a uğradık, yiyecek birkaç şey alıp, biraz da atıştırıp yola çıktık. Otobüs yolculuğunun üstüne rampa çıkmak pek hoşuma gitmedi ama zaten tur boyunca bu rampadan çok daha uzun ve dik olanlarını tırmanacağımı biliyordum. Bu nedenle bozuntuya vermeyip alışmaya çalıştım.

Muğla-Akyaka arası otoyol olduğu için çok zevkli bir sürüş olmadı. Biz de saat erken olduğu için günümüze renk katmak için Sakartepe seyir terasına çıkmaya karar verdik. Geçen yıl buraya motosiklet ile girmiştim, mıcırlı stabilize yol olduğunu biliyordum. içerik 2-2.5 Km civarı girilerek tırmanışlı bir yol. Motosikletle bile zor gelen bir yoldu. Bisikletle de zor olacağını biliyordum ancak bu kadarını da beklemiyordum. 2.5 Km’lik yolu almamız yaklaşık yarım saat sürdü. Yer yer çok dik olduğu için bisikletten inip itekleyerek çıkarmak durumunda kaldım. Ancak karşılaştığımız manzara hepsine değerdi.

Burada birkaç fotoğraf çekilip, bir şeyler atıştırdıktan sonra inişe geçtik. Önce tırmandığımız toprak yol, ardından sakar virajları vardı. Toprak yolda yavaş gitmek gerektiği için sürekli fren sıkmam gerekti. Bisiklet ağır, ben ağır, fren sıkmazsam bisiklet toprak yol olmasına rağmen uçup gidiyordu. 2.5 km’lik iniş sonrası balatamdan gelen garip seslerle durdum. Ön fren balatası değişeli bir yıldan uzun zaman olmuştu. Aslında yanıma yedek balata alacaktım ancak unutmuştum. Ön fren balatası sürte sürte de olsa sakar virajlarından inmekten başka çarem yoktu. Bu konuda bir sıkıntı da yaşamadım.

Sakar virajlarının hemen ardından arabalardan gelen ve bölgeye sinmiş olan balata kokularının eşliğinde Akyaka’ya giriş yaptık. Orada bulduğumuz bisiklet kiralayan bir ağabeyden idarelik çıkma fren balatası aldım, ağabey sağolsun bunun için benden ücret talep etmedi. Bundan dolayı Akyaka Bisiklet Kiralama Güray ağabey’e buradan tekrardan teşekkürlerimi iletiyorum 🙂 Akyaka’da da ufak bir alışveirş yapıp, bisikletçi ile aynı caddede bulunan apartımız olan Cumba Apart‘a geçtik. Eşya ve bisikletlerimizi yerleştirip duş almak üzere apart’a çekildik. Hem bisikletlerimizi park edeceğimiz yer konusunda yardımcı olduğu hem de her türlü nazik davranışından dolayı Cumba Apart’tan Ayşen hanıma da ayrıca teşekkür etmek istedim.

Otobüs yolculuğu ve sürüşten dolayı yorgunduk. Güzel bir duş alıp, biraz da dinlendikten sonra yemek yemek ve Akyaka’yı gezmek üzere dışarı çıktık. Akyaka’da biraz dolaşıp Ayşe Ananın Yeri‘nde pide lahmacun vb. yiyip bir güzel karnımızı doyurduk. Bugünkü geriye kalan kısmı size fotoğraflar ile anlatmak istiyorum 🙂

2. Gün: Akyaka – Ören

Turdaki ikinci günümüze başlamadan yorgunlukla bir güzel uyumuştuk. Akyaka’dan yolluk olsun diye Picasso Coffee‘den kahvemizi de alıp yola koyulduk. Akbük’e doğru giden yol ormanların içinden geçiyordu. Ormanların içinden bir süre seyredip kahvaltı yapmak üzere gördüğümüz deniz kenarı bir yere çektik. Burada insanlar yasak da olsa kamp yapıyorlardı. Gölge bir yer bulup örtümüzü serdik ve “on numara manzara” eşliğinde mükemmel bir kahvaltı yaptık. Fotoğraf ve videolar çektikten sonra toparlanıp tekrardan yola koyulduk. Bugün bizi yaklaşık 45 Km’lik, yarısı düz gibi görünen ancak hiç de öyle olmayan, diğer yarısı ise çoğunlukla tırmanışta geçen bir yolculuk bekliyordu.

Bugün güzel başlamıştı. Güzel bir kahve bulduk, güzel bir kahvaltı yaptık, hava güzel, yollar güzel, manzara güzel. Her şey on numaraydı. Yoldan fazla araba da geçmiyordu. Yolda durup durup fotoğraf ve video çekiyor, arada bir duruyor dinleniyorduk. Yol üstünde güzel yerlerde durup yiyor içiyorduk. Yol üstünde bulunan Emel’in yeri‘nde içtiğimiz ayranı ise unutamıyor, yolu düşenlere tavsiye ediyorum 🙂

Yol gittikçe sertleşiyordu. Özellikle Akbük’ü geçtikten sonra rampalar sertleşmişti. Yol üstünde gördüğümüz bisikletli turist çift ile 3-5 dakika sohbet bahanesiyle biraz dinlenmiş, biraz da ters yöne gittiğimiz için karşılıklı olarak önümüzdeki yolu birbirimize tarif etmiştik.

Hava sıcak olduğu için tırmanış zor geliyordu. Suyum da azalmıştı. Kendimizi Zeytinköy mahallesindeki Uludağ Lezzet Sofrası‘nda bulduk. Bulunduğumuz yer çok güzeldi. Yemyeşil bir köy, mükemmel bir manzara, oturacak gölge bir yer. Girdiğimiz mekanda tost, içecek ve birkaç abur-cubur siparişi verdik. Her şey gayet lezzetli ve uygun fiyatlıydı.

Karnımızı doyurup tekrar yola koyulduk. Sırada Kultak ve Alatepe vardı. Eşsiz manzaralar eşliğinde yolumuza devam ettik. Alatepe’nin ardından da uzunca bir inişin ardından Ören’e varacaktık. Kultak mevkiinde güzel fotoğraflar çekip yolumuza devam ettik.

Sıcak havada bitmeyen bir tırmanış ve zevkli bir inişin ardından Ören’deki kalacağımız yer olan Miss Hotel Karya‘ya vardık. Sahile yakın şirin bir hoteldi. İşletmecisi Güler hanım oldukça nazik ve yardımsever davrandı. Oda gayet temiz ve iyi durumdaydı. Kahvaltı dahildi ve kahvaltıda kendi yapımları olan poğaçalardan veriyorlardı. Ayrıca hotel’in sahibi ile İstanbul’da aynı semtte oturduğumuz ortaya çıkınca tabii ki sohbet daha bir ileri gitti 🙂

Ören’deki hotelimize yerleşip, duşumuzu almadan deniz kenarına gittik. Gündüz hava sıcaktı. Yol üstünde denizi yokladığımızda da sıcak gibi görünüyordu ancak Ören’de pek de beklediğimiz gibi değildi. Rüzgar çıkmıştı ve deniz soğuktu. Buna rağmen bir girip çıkarak sezonu açmış bulunduk 🙂 Biraz sahilde takıldıktan sonra hotelimize dönüp duş aldık ve yemek yiyip tekrardan sahile çıktık. Aldığımız yiyecek içecekleri tüketirken bir yandan da sakin bir müzik açıp sahilde dinlendik. Biraz da etrafı gezdikten sonra dinlenmek üzere tekrardan hotele geçtik ve uyuduk.

3. Gün: Ören – Bodrum

Üçüncü günde 65 km civarı yolumuz olduğu için erken kalkmaya karar verdik. Otelimizdeki kahvaltı hizmetinden faydalanıp yola koyulduk. Bugün hava kapalı, yer yer yağmur ihtimali görünüyordu. Sabah saati serin de olduğundan yağmurluklarımızı giyip yola koyulduk. Ören-Çökertme arası 15 km düzlük, sonrası tırmanış. Yolun bir yerinden sonra geçen yıl yanan yerleri görmeye başladık. Hem hava kapalı, hem yanan yerler. Bugünün görsel açıdan pek hoş olmayacağı şimdiden belliydi.

Ören’in çıkışından sonra sahil boyu denize pararlel seyreden güzel bir yoldan geçiyorduk. Tabi manzaramızı bozan termik santral ve yanan alanlara kadar güzel görünüyordu. Yangında bir şekilde yerleşim yerlerini korumuşlar, buralarda hayat devam ediyor. Öğrendiğimiz kadarıyla köylerde genelde 3-5 evin yandığını söylüyorlardı.

Yol üstündeki ilk durağımız olan Çökertme’de durup bir şeyler yiyip içmeye karar verdik. Artık iyice yanan bölgelerin içine girmiştik. Çökertme’de bulunan Özcan’ın Yeri‘nde çay içmeye karar verdik. Bayramın 1. günüydü, mekanda pek kimse yoktu. Kocaman kazan semaver’de yeni demlenen çaylarımızı içmeye başladık. Aynı zamanda mekanın bahçesinde bulunan kedilerle oynamayı ihmal etmedik 🙂 Özcan’ın Yeri’nde 3’er çay içtikten sonra hesabı ödeyip yola devam etmeye karar verdik. Burada bizi şaşırtan şey şu oldu; 6 çaya toplam 10₺ verdik. İstanbul’da olsa bir çaya 12₺ isterlerdi 🙂

Çökertme’den ayrılıp yolumuza devam ediyorduk. Artık sert tırmanışlar başlamıştı. 5 km sonra Gökbel’e geldik, burada da su stoklarımızı tazeleyip bir şeyler atıştırdık ve yolumuza devam ettik. Yukarı Mazı’ya doğru devam ediyorduk. Bayram olduğundan dolayı etrafta gördüğüm insanlara “İyi Bayramlar!” diye sesleniyordum, tam bu sırada bir ağabey elindeki bardağı göstererek çaya davet etti.

Bizi çaya davet eden Cumali ağabey, Mersin’den ailesi ile birlikte buraya gelmiş. Eşi, çocukları, gelinleri, torunları, tüm aile buraya gelmişler. Yanan ormanlardaki ağaçları kesmekle görevlilermiş. Bize tereyağlı bazlama eşliğinde bir de güzel çay ikram edip yolcu ettiler 🙂

Enerji stoklarımızı da yeniledikten sonra Yukarı Mazı’ya doğru devam ettik. Hava da yavaş yavaş bozuyordu. Issız yollarda bisiklet ile tur yapmaya gelen turist kafilesine denk geldik, selamımızı vererek yolumuza devam ettik. Bu sırada ufak ufak yağmur yağıyordu, biraz ıslandık.

Bodrum’a doğru inişe geçmeden önce son bir çay molası verdik, ardından orman yollarından doğru geçerek inişe başladık. Öyle güzel bir iniş oldu ki, bugünkü tüm o tırmanışın acısını çıkarmıştık. İnişe geçtiğimiz yerden itibaren içinde bulunduğumuz orman yangından etkilenmemişti. Bölgedeki kızılçam ormanlarının arasından aşağı doğru durmaksızın akıyorduk. Yalı bölgesine kadar güzel bir iniş yapmıştık. Buradan sonraki hedefimiz sonunda Bodrum’du!

Bodrum’a son 13-14 Km kala rüzgar karşıdan esmeye, bisiklet akmamaya başladı. Geride bıraktığımız 50 Km’den sonra bu hiç de iyi olmadı ancak kalan son km’ler olduğu için sesimizi çıkarmadık 🙂 Bodrum’a vardığımızda bize burada katılacak olan Tarık bizi hotelde bekliyordu.

Bisikletlerimizi hotelin bahçesine bağladık, eşyalarımızı çıkardık, birer duş alıp biraz da dinlendikten sonra dışarı çıkıp birşeyler yemeye ve vakit geçirmeye karar verdik. Datça feribotları iki günde bir olduğu için ertesi gün Datça’ya geçmek zorundaydık, bu nedenle bordumda pek fazla vakit geçiremedik. Yeme-içme-takılma, ardından yatma öncesi hotelde muhabbet sonrası dinlenmek için yatıp uyuduk.

4. Gün: Bodrum – Datça – Palamutbükü

Turumuzun dördüncü gününde feribot ile Datça’ya geçtik. Feribot ücreti 3 Mayıs 2022 itibariyle 150₺ yolcu + 20₺ bisiklet ücreti olmak üzere kişi başı toplam 170₺ tuttu. Yolculuk yaklaşık iki saat sürüyor. Bodrum’dayken hava güzel gibiydi ancak Datça’ya yaklaştıkça bozuyor gibiydi. Havanın bu şekilde bozması aslında sürüşümüz için avantajdı.

Feribottan indikten sonra ilk olarak bisikletlerimizdeki aksaklıkları kontrol ettik. Benim daha ilk günden ön fren balatam bitmiş, çıkma balata takmıştım. Tarık’ın İstanbul’dan benim için getirdiği balatalar ile değiştirdim, ardından Tarık ve Özcan’ın bisikletlerindeki aksaklıkları da kontrol edip yola çıktık.

Datça’daki ilk durağımız, yolumuzun üstünde olan Knidos Şarapçılık oldu. Ben prensip olarak şarap içmeme rağmen mekanın aurasını merak ettiğim için arkadaşlarıma eşlik ettim. Datça merkezine girmeden Reşadiye Mahallesi’nde bulunan bu mekanda; bağlarda yetiştirilen üzümler ile üretim de yapılıyor. Kendilerine has ürünleri var ve arkadaşlarımın tepkilerine göre şarapları oldukça güzel. Markette satılan şaraplarla uzaktan yakından alakası olmadığını belirttiler 🙂

Burada da güzel vakit geçirdikten sonra Datça’nın merkezine geçtik ve bir şeyler yiyip içtik. Ardından yolumuz zorlu olduğu için kalacağımız yer olan Palamutbükü’ne geçmeye karar verdik. Knidos yolu üzerindeki Mesudiye sapağına kadar 0’dan 440 metreye tırmanacaktık. Yolun sağ şeridinde kazı çalışması yapıldığı için bizim açımızdan biraz sıkıntı oldu ancak uzun da sürse bir şekilde tırmanışımızı gerçekleştirdik.

Bugünkü büyük tırmanışımızı da bitirtikten sonra inişe geçmeden önce rüzgarlıklarımızı giydik ve inişe başladık. Mesudiye’nin de içinden geçerek sahile inecektik. Bunu yaparken manzaralı yerlerde dura dura, dinlene dinlene yapmayı tercih ettik.

Mesudiye’yi geçtikten sonra denize paralel inişli-çıkışlı ve mükemmel manzaraya sahip yolda ilerledik ve Palamutbükü’ne, kalacağımız apart olan Tanış Apart‘a vardık. Apart’ın sahibi Şeref ağabey bize karşı son derece misafirperver davrandı, bizim için Türk Kahvesi bile hazırladı. Kahvelerimizi içtikten sonra odamıza eşyalarımızı çıkartıp duş aldık ve biraz dinlendikten sonra birşeyler yemek üzere dışarı çıktık.

Palamutbükü’nde bulunan Park Pita‘da pide-lahmacun yemeye karar verdik. Sahile yakın bir arazi üzerine karavan tarzı bir araca kurulan bir dükkandı. Tarih itibariyle kıymalı pide 40₺, aynı zamanda lahmacun da 40₺ idi. Fiyatlar ilk başta garip geldi ancak yiyecekleri gördükten sonra fikrimiz tamamen değişti. 40₺ için porsiyonlar oldukça büyüktü. Lahmacun belki de hayatımda yediğim en büyük lahmacundu 🙂 Erhan ağabey sağolsun eli oldukça bol ve lezzetli. Kendisiyle muhabbet ederken benim Beykoz’lu olduğumu öğrendi, kendisi de burada kullandığı fırını eskiden Paşabahçe’de, şimdilerde Kavacık’ta olan ve benim de çok sevdiğim bir pideci olan Koçari Pide’den almış. Burada da böyle bir tesadüf oldu 🙂

Ertesi gün ne yapacağımıza karar vermedik ancak kahvaltılık bir şeyler aldık. Güzel bir kahvaltıyı haketmiştik. Dinlenmek üzere tekrardan istirahate çekildik ve uyuduk.

5. Gün: Palamutbükü – Knidos Antik Kenti

Turdaki beşinci günümüzde kendimizi yormadan birşeyler yapmaya karar verdik. Sabah güzel bir kahvaltı, ardından Palamutbükü’nde biraz takılmaca. Deniz bana soğuk geldiği için girmekten vazgeçtim, Özcan ise soğuğa aldırış etmeden kısa süre de olsa yüzdü. Suyun cazibesine dayanmak kolay değildi tabi 🙂

Palamutbükü sahilde biraz takılıp güneşlendikten sonra, gün batımına doğru güzel manzararyı izlemek üzere Knidos Antik Kenti’ne gitmeye karar verdik. Tarık biraz rahatsız olduğu için dinlenmeyi tercih etti.

Biraz içeri yollardan gittikten sonra Knidos’a doğru giden müthiş yolda pedal çevirdik. Dinlene dinlene, manzaranın keyfini çıkararak Knidos’a ulaştık.

Knidos’a yaklaştıkça manzara mükemmeldi. Tepeden görünen deniz manzaraları, suyun o kadar uzak mesafeden bile dibinin görünmesi. Her şey mükemmeldi. Antik kentin girişine bisikletlerimizi bağlayıp içeriyi gezdik, kalıntıları inceledik. Tepede durup günbatımına kadar beklemek istemiştik ama rüzgar o kadar şiddetli esiyordu ki, fotoğraf çekmek üzere kısa süreli çıktığımızda bile zor anlar yaşadık. Bu nedenle karanlığa da kalmamak için manzarayı yolda izlemeyi tercih ettik.

Knidos dönüşündeki mükemmel manzaranın sunduğu görsel şölen eşliğinde dönüşümüzü yaptık. Dönüşte yol üzerinde bulunan Cumalı köyünde çayımızı içip Palamutbükü’ne döndük, yemeğimizi yedikten sonra ertesi gün zor olacağı için dinlenmek üzere odamıza çekildik. Sonraki güne hazırlık olması açısından da eşyalarımızı topladık.

6. Gün: Palamutbükü – Datça – Marmaris

Turun altıncı günü, en uzun ve en zorlu rota. Ufak tefek tepeleri saymazsak üç tane dağ aşmamız gerekti. Sabah saat 06:00 civarı yola koyulduk. Palamutbükü’nden çıkar çıkmaz yokuşlar kendini gösterdi. Önceki günlerden kalan yorgunluk nedeniyle biraz zorlandım burada. 570 metre rakıma sahip Radar yolu sapağına kadar 14 km’lik bir tırmanış yaptık. Buradan ise Datça-Reşadiye’ye kadar, çabucak biten bir iniş.

Reşadiye’de durup yeme-içme ve ihtiyaç molası verdik. Molanın ardından oyalanmadan yola koyulduk ve 15 km boyunca, arka çaprazdan esen rüzgarın da desteği ile ortalama 30 Km/h hızla yol aldık. Emecik bölgesindeki çıkış-inişlerin ardından ikinci büyük tırmanış başladı: 350 metre rakıma sahip Balıkaşıran geçidi.

Datça’dan çıktıktan sonra 45 Km boyunca yiyecek-içecek alabileceğimiz hiç bir yer bulamadık. Bu yol üzerinde bir de aşmamız gereken 1-2 tepe de vardı. Yolun en zorlayıcı kısmı, fiziksel olmasa da psikolojik olarak burasıydı belki de. Bir yandan kuvvetli esen rüzgar, bir yandan güneş, ne giyeceğimizi şaşırdık desem yeridir. 45 Km’lik zorlu yolculuğun sonlarına doğru D-Maris Bay’e giden yolun sapağında bir araç durdu ve suyumuz olup olmadığını sordu, yiyecek kruvasan vb. verdi sağolsun 🙂

Biraz daha ilerledikten sonra Hisarönü civarındaki Çubucak Tabiat Parkı’na ulaştık. Burada marketten atıştırmalık bir şeyler aldık, ayrıca restoran kısmında döner ekmek yedik. Çubucak tabiat parkındaki ortam bizim çok hoşumuza gitti. Tesis ve olanaklar nasıldır bilmiyorum ancak sonraki gidişimde burada kamp yapmayı düşüneceğim. Hem deniz, hem manzara, hem ortam güzeldi.

Çubucak’taki dinlenme molasından sonra son tırmanışımızı bitirip Marmaris’e ulaşmak üzere yola koyulduk. 10-12 Km’lik düzlükten sonra son tırmanış başladı. Bu sefer karnımız toktu ancak çok yol geldiğimiz için yorulmuştuk haliyle. Tırmandık, tırmandık ve tırmandık 🙂 Son tırmanışı da bitirip tepeden Marmaris’i görmeye başlayınca yaşadığımız rahatlamayı anlatamam 🙂

Marmaris’e vardıktan sonra doğruca otelimize geçtik. Duşumuzu alıp biraz dinlendik. Burası artık son noktaydı. Önümüzdeki 2-3 gün boyunca burada takılacak, vakit geçirecektik.

7-8. Gün: Marmaris

Marmaris’teki son günlerimizi dinlenerek geçirdik. Kaleiçi’ni gezdik, plajda takıldık, yüzdük. Suyu Datça’ya göre daha sıcaktı. Bizim için bisiklete binmeden geçen, güzel bir iki gündü.

Dönüş yoluna geçerken otogarda üç bisikletli olduğumuz için şöför ile sorun yaşadık ama onu da bir şekilde halledip İstanbul’a döndük. Bizim için unutulmaz bir tatildi.

Yolculuk ve Kaldığımız Yerlerin Masrafları

Yeme-içme ve ekstra harcanan paraları doğrudan hesaplamadım. Nisan-Mayıs 2022 itibariyle yolculuk ve kaldığımız yerler için ödediğimiz meblağları not ettim. Bu fiyatları yaz boyunca muhtemelen göremeyeceğiz ama ben yine de buraya yazıyorum.

  • Otobüs bileti: Gidiş 480₺, Dönüş 500₺ (Kamil Koç)
  • Bodrum-Datça Feribot: 150₺ yolcu, 20₺ bisiklet; Toplam 170₺
  • Akyaka: Cumba Apart: 300₺ (Kişi başı 150₺)
  • Ören: Miss Hotel Karya: 280₺ Kahvaltı dahil (Kişi başı 140₺)
  • Bodrum: Delfi Hotel: 800₺ Kahvaltı dahil (Kişi başı 266₺)
  • Datça: Palamutbükü Tanış Apart: 2 gecelik 750₺ (Kişi başı gecelik 125₺)
  • Marmaris: Almena Hotel: 2 gecelik 708₺ Kahvaltı dahil (Kişi başı gecelik 118₺)

Seyehat için şehiriçi ulaşımı da sayarsak yaklaşık 1200₺, barınma için ise toplam 1042₺ masrafım oldu. 2022 yılı itibariyle makul bulduğumu söyleyebilirim.